_ ___ ___
   
 
  cocuklara masallar4
_

1.SEVGİ AĞACI

Bir zamanlar, uçsuz bucaksız bir kum çölünün ortasında, yemyeşil yapraklarıyla dibine gölge ve serinlik veren bir ağaç varmış. Çölün kavurucu ve acımasız sıcağı, kumları kızdırır ama bu ağacın yeşil yapraklarını kurutamazmış. Kızgın güneş ne yaparsa yapsın, yapraklar hep yeşil ve parlak olurmuş. Güneşin sıcağından bunalıp kaçan tüm hayvanlar, bu ağacın gölgesinde dinlenir, esen rüzgarın tüylerini okşayışına kendilerini kaptırıp, uyuklarmışlar kaygısızca. Ağacın dalları arasına yuva yapmış olan kuşlar, yaprakların gölgesinde güneşten korunup, kanat çırparak daldan dala uçuşur, şarkılar söylermişler mutluluk içinde.

Çölün ortasında, kızgın kumlarla çevrili bu ağacın nasıl beslendiğini mi merak ediyorsunuz? Söyleyeyim: Sevgi ve mutlulukla beslenirmiş bu ağaç. Diğer ağaçlar gibi topraktaki suyu ve besinleri çölde bulamadığı için, sevgi ve mutluluktan sağlarmış gereksinimini. Bu ağacın sevgiden oluşan besini, diğer tüm ağaçlardan ayrı bir özellik katarmış ona. Yaprakları daha canlı, gölgesi daha serin, gövdesi daha güçlüymüş. Ona "Sevgi Ağacı" derlermiş.

Gölgesinde barınan havyanların sevgisi, dallarında ötüşen kuşların neşesi, ağacı sevindirirmiş. Bu uçsuz bucaksız çölde işe yaradığını anlayıp, daha çok sevgi ve mutluluk yaymak için yaşarmış. Güneş bile, o kavurucu sıcağını tüm çöle yayan, suyu buharlaştıran, toprağı kurutan acımasız güneş bile, ona sevgiyle eğilir, ışınlarını ağacın üstüne yansıtmamaya çalışırmış. Ağaç, dibindeki hayvanların sevgisi çoğaldıkça büyür, büyüdükçe dallarını açar, yapraklarını kabartır, daha çok gölge yapmaya çalışırmış. Rüzgar da onu pek severmiş. Çölde köşe bucak dolaşıp, kumları öfkeyle bir yerden ötekine savurup duran rüzgar bile, ağacın çevresine gelince yumuşar, gölgesinde uyuklayan hayvanları serinletmeye çalışırmış. Hafif hafif estikçe, ağaç da yapraklarını sallar, çöl sıcağını uzaklaştırırlarmış el birliğiyle.

Çöl ortasındaki Sevgi Ağacı, gölgesinde yaşayan hayvanların sevgi ve mutluluğuyla beslenip büyürken, gölgesindeki hayvanları da mutlulukla doyururmuş. Ağacın gölgesinde kediyle fare kucak kucağa uyurken, köpekler kedilerin tüylerini yalarmış. Ağacın gölgesi büyüdükçe, altında daha çok hayvan barınır olmuş. Ağacın yaprakları büyüdükçe kalp biçimini alıyor, sevgiyle çarpıyormuş "pıt, pıt" diye.

Bir gün, tüm havyanlar Sevgi Ağacı'nın gölgesinde mutluluk içinde yaşayıp giderken, uzaktan bir tilkinin kumlar üzerinde sürünerek ağaca doğru geldiğini görmüşler. Hepsi birden el etmişler tilkiye, "Çabuk yürüsün, ağacın gölgesine sığınsın" diye. Tilki tam ağaca yaklaşacağı sırada, sıcak çöl güneşi onun tüm gücünü emivermiş. Zavallı tilki, bitkin bir durumda kumlar üzerinde serilip kalmış boylu boyunca. Hemen üç küçük çöl faresi, kumların arasında yuvarlana yuvarlana, ölmek üzere olan tilkiye koşmuşlar. Kuyruğundan ve ayaklarından çekiştire çekiştire, ağacın gölgesine taşımışlar onu bin bir güçlükle.

Tilki kendinden geçmiş bir durumda, ağacın gölgesinde hareketsiz yatarken, tüm hayvanlar sevinç çığlıkları atmışlar: "Yaşasın tilkicik kurtuldu" diye. Hepsi de Sevgi Ağacı'nın gölgesinin tilkiyi iyi edeceğini, bitkin ve baygın yatan tilkinin bir süre sonra kendine geleceğini biliyorlarmış. Sevgi Ağacı, çevresindeki havyanların düşündüklerini doğrularcasına, kalp biçimindeki yapraklarını eğmiş tilkinin üzerine. Dallarını ve yapraklarını sallamış, serinletmiş sıcaktan bitkin düşen tilkiyi. Sonra rüzgar yardıma gelmiş. En yumuşak okşayışıyla serin serin üflemiş tüylerini. Diğer hayvanlar sevinç gösterisini sürdürmüşler, "Ağaç daha çok beslensin, tilkiyi kurtarsın" diye. Kuşlar cıvıl cıvıl ötüşmüşler, "Yapraklara renk gelsin, pıt pıt kalp gibi çarpsın" diye.

Sevgi ve mutluluk ilacını alan tilki, yavaş yavaş kendine gelmeye başlamış. Önce soluk almış derinden. Ciğerlerine sevgi ve mutluluğu çekmiş bir nefeste. Kanı ısınmış. Kuyruğunu sallamış mutlulukla. Ayaklarını oynatmış yavaşça. Kendine gelip gözlerini açınca, çevresinde oynaşan, mutluluk çığlıkları atan havyanlara bakmış gülümseyerek. Sevgi Ağacı onu iyileştirip, eski gücüne yeniden kavuşunca, kendine gelmiş ve birden ayağa kalkmış. Şöyle bir gerindikten sonra silkinmiş. Tüylerine yapışmış çöl kumlarını temizlemiş daha güzel görünmek ve rahatlamak için. Kumlardan arındıktan, Sevgi Ağacı'nın gölgesinde mutluluğu kana kana içip, kendine geldikten sonra, tüm hayvanlara teşekkür etmiş, yardımlarını esirgemeyip, kendisini hayata döndürdükleri için.

Ama tilki bu rahat durur mu? Hayvanların arasında dolaştıkça sinsi sinsi, birinden aldığını diğerine, bire bin yalan katıp, aktarmaya başlamış. Hayvancıklar eskisi gibi birbirlerini sevgiyle okşayacaklarına, birbirlerine hırlamaya başlamışlar. Dişlerini gösterip, bir diğerini kovalamışlar düşmanca. Onların birbirlerine kızıp hırlamaları tilkiyi pek sevindirmiş. Sinsice gülmüş: "Yaşasın, aralarındaki dostluğu yıktım" diye. Dosluk ve sevgi yıkılıp, hayvanlar birbirlerine düşünce, birlikteliklerinden doğan güçleri kalmayacak, tilki de bir yolunu bulup, tek tek tuzağa düşürüp yiyecekmiş havyanları. Kurgusunu sinsice uygularken düşünememiş Sevgi Ağacı'na zarar verdiğini. Havyanların birbirlerine olan sevgisi ve güveni azalınca, ağaç beslenemez olmuş. Önce yaprakları küçülmüş, mutluluk suyunu içemediği için. Sonra güneşin yakıcı ışınlarına engel olamamış. Küçülen yaprakların arasından sızan ışınlar, gölgesini azaltmış. Barış yok olmuş. Barışın yerini korku ve kuşku almış. Kuşlar dallar arasında kaçışıp durmuşlar, tilkinin tuzağından kurtulmak için. İçlerine bir korkudur girmiş. Korkan kuş ötebilir mi? Susmuşlar hepsi de. Sevgi olmayınca güçsüz kalan ağacın dalları zayıflamış, yaprakları dökülmüş süzülerek. Rüzgar da yardım edemez olmuş ağaca. Sıcak kumlar üflemiş gölgesine. Tüm hayvanlar, kum fırtınalarından korunmak için kovuklara sinmişler, birbirlerinden uzak. Kaçışan, kovalanan hayvanlar varmış ağacın tükenmek üzere olan gölgesinde...

Bu duygusal yıkımı gören üç küçük fare bir kenara çekilip, aralarında bir plan yapmışlar; Diğer hayvanlar görmeden, kimse ne yapmak istediklerini bilmeden, tilki duymadan. Bir gün tilki sıcakta uyuklarken miskin miskin, yanına yaklaşmışlar sessizce. Zayıflamış gölgeden sürükleyerek, kızgın çöl kumunun üzerine taşımışlar tilkiyi uyandırmadan. Sıcak çöl güneşi durur mu? Hemen atılmış tilkinin üzerine. Daha önce yarım kalan işini bitirmiş. Almış tilkinin tüm gücünü. Sıcak çöl güneşi tilkinin gücüyle doyarken, üç küçük fare, zayıflamış gölgenin altında duran diğer hayvanlara seslenmişler. Aralarındaki kavgaya son vermelerini, yoksa sevgi ağacının tümüyle güçsüz kalacağını, kendi sonlarının da tilkininkinden pek farklı olmayacağını anlatmışlar dilleri döndüğünce. Önce hayvanlar homurdanmış ve farelerin sözlerine kulak asmak istememişler, ama her an gücü tükenen Sevgi Ağacı'nın acı dolu yakarışları ve ağlayarak dökülen yapraklarını görünce çaresiz boyun eğmişler söylenenlere. Birbirlerine sarılıp özür dilemişler. Eskisi gibi barış, sevgi ve mutluluk içinde yaşamak istediklerini dile getirmişler ağlayarak. Utanç gözyaşları oluk oluk aktıkça, birbirlerine duydukları kini temizlemiş kalplerinden. Sonra, kıpır kıpır çarpıntılarla sevgi yeniden filizlenmiş. Çiçekler açmaya başlamış kalplerde. Gülmüşler olanlara, kurnaz tilkinin yaptıklarını düşünüp. Kuşlar da ötmeye başlamışlar mutluluğu müjdeleyerek. Aralarındaki sevgi yeniden yeşerince, Sevgi Ağacı da susadığı mutluluktan içmiş kana kana. Böylece Sevgi Ağacı yeniden canlanıp büyümeye başlamış. Hem de eskisinden daha güçlü ve daha görkemli olmuş...

Yaşamları eski günleri aratmayıp daha da iyi olunca, tüm hayvanlar bir araya gelmişler. Bir tanecik Sevgi Ağacı'nı korumak istemişler. Onu her yere yaymak için kuşlar görevlendirilmiş. Kuşlar sevgi ağacının tohumlarını uçurup, her gittikleri yere dikeceklermiş. Böylece, Sevgi Ağacı bir yerde solup, yok olmaya yüz tutsa da, bir başka yerde büyümeye devam edebilecekmiş. Sevgi Ağacı'nı olası tehlikelerden uzak tutmak ve onu daha güvenle büyütmek için, görünmez yapmaya karar vermişler. Kuşlar, görünmeyen Sevgi Ağacı tohumlarını, dünyanın her yerine yaymışlar.

Zamanla her yerde Sevgi Ağaç'ları büyümüş, kocaman yaprakları, upuzun dallarıyla birbirlerini kucaklamışlar, "Tüm sevgiler ve mutluluklar birleşsin, birbirlerinin gücüne güç katsın" diye.

Dünya üzerinde bir yerlerde, kuyruğunu sallayan köpeğe sevgiyle yaklaşıp, onun tüylerini okşayan birisini görürseniz, bilin ki oralarda Sevgi Ağacı vardır. Dallarını eğmiş, kalp biçimdeki yapraklarıyla sevgi pınarından içiyordur.

Sevgi Ağacı'nı, el ele gezen, birbirlerini seven, kucaklayıp öpen insanların arasında da görebilirsiniz. Onların sevgisiyle beslenirken, mutluluk gölgesi altındaki sevgilileri koruyordur.

Sevgi Ağacı'nı göremezseniz, hemen utanç gözyaşlarıyla kalbinizdeki kini ve kötülükleri yıkayın. Kalbinizde sevgi filizleri açılsın. İnsanları, hayvanları ve doğayı sevin. O zaman her yerde yemyeşil Sevgi Ağaç'larını görürsünüz. Sizi yakıcı güneşten, tilkinin sinsi kurnazlıklarından korumaya çalışır. Size sevgi ve mutluluğun gölgesini, serinliğini sunar. Onun gölgesinde, doğal sevginin mutluluğuyla yaşarsınız sonsuza değin.

Bu masala bir yorum yapmak istemiyorum. Masalın kendisi ne olduğunu anlatıyor kanımca.


2.SİYAH İNCİ

Denizin kıyısındaki küçücük bir kumsalın çevresini saran tepeler, kumsalın iki yanından denize doğru yengeç kolları gibi uzanmıştı. Kumsal, kollarını açmış, denizi kucaklamak istiyordu... Denize uzanan kayalara dalgalar çarpıyor, köpürerek beyazlaşıp üstlerini örtüyordu. Dalgalar çekilince, kayaların koyu renkli ıslak çıplaklığı görünüyordu...

Küçücük kumsal, koyun içindeki denizle kucaklaşmış sessizce güneşlenirken, çevredeki tepelere doğru bakınca, kumsalın yeşil otlar arasında kaybolduğu, ileride yeşil örtünün, yer yer ağaçlarla gölgelendiği görülüyordu. Burası insan eli değmemiş, doğanın en güzel köşelerinden birisiydi...

İşte masalımız bu güzel doğa parçasında, dalgaların dövdüğü kayaların hemen dibinde geçer...

* * *

Denizdeki dalgalar, öfkelerini dindirmek için kayalara çarparken, buralara küçük yaşam tohumlarını taşımışlar. Bazıları çekilen dalgaların gücüyle yeniden denize dönmüş. Bazıları kaygan yüzlü kayalara tutunmayı başarıp, minik yaşamlarını başlatmışlar. Bu minik yaşam, bir süre sonra yeşilli kahverengili yosunlara dönüşmüş. Bundan sonra kayalara çarpan dalgalar, yosunları da okşamışlar. Yosun tutan kayaların dibinde başlayan yaşam, yiyecek bulmak için buraya gelen diğer canlılarla süslenmiş. Kayaların arasında gürültüyle kırılan ve köpüren dalgaların dibinde, yaşamın sessiz canlılığı sürüyormuş...

Dalgalarla sürüklenerek kayalara değin gelen küçük bir midye, tam kayalara çarpmak üzereyken yosunlara tutunup, parçalanmaktan kurtulmuş. Yosunların arasından yuvarlanarak denizin dibine değin inmiş. Burada yaşamını sürdürebileceği kuytu bir köşeye yerleşmiş. Sırtını dayadığı kayalardan destek alıp, yosunların arasındaki besinleri yiyerek yaşamını sürdürmeye başlamış. Güvenlik içinde büyüyüp gelişen midye, çevresine yayılan yavrularıyla mutlu bir yaşamın sürüyormuş. Bazen balıklar, yosunların arasından süzülüp, midyelerin yanına gelirmişler. Midyeler, suyun içinde süzülen, kıpır kıpır dolanan balıklara ağızları açık baka kalırmış. Çünkü midyelerin kayalara yapışmış, yosunlara sarılmış yaşamı, balıkların özgür yaşamına hiç banzemezmiş. Midye, kendi çevresine bağımlı yaşamını düşünüp, balıklara benzemediğine çok üzülürmüş. Böyle durumlarda hüzünlü göz yaşları kabuğunun içine yayılırmış. Deniz suyuna karışan gözyaşları kabuğun içinde ince bir sedef katmanı oluştururmuş. Midye ağzını açınca, beyaz sedef katman suyun içinde parıldayarak, balıkların dikkatini çekermiş. Balıklar ışıl ışıl parıldayan sedefe doğru yüzermiş. Midye, gözyaşlarından oluşan sedefin, balıkların ilgisini çektiğini bilemez, onların kendi iç güzelliğine tutkun olduklarını anlayamazmış. Onun istediği; balıklar gibi gezip çevresini ve evreni öğrenmekmiş... Kayalaraa yapışık yaşam, onun hoşuna gitmiyormuş. Bazı geceler, karanlık sularda, kimselere belli etmeden sessizce ağlarmış...

Günlerden bir gün, hırçın dalgalar, kumsaldan kaldırdıkları küçücük çakıl taşlarını kayalara savurmuşlar. Kayalara çarpınca çıtırdayarak akan, yuvarlanan küçük çakıl taşları, denizin dibine düşmeye başlamışlar. Midye o güne değin dalgaların bunca hırçın olabileceklerini bilmiyormuş. Bazı yosunlar bile kayalardan kopup, dalgalarla uzaklara sürüklenmişler. Bir ara ağzı açık fırtınaya izleyen midye, dalgalarla yuvarlanan küçücük bir çakıl taşının ağzından içeriye girmesine engel olamamış. Midye ağzını kapatmaya çalışmış ama çok geç kalmış. Taş çoktan göğsünün üzerindeymiş. Midye, ağzını kapayınca oraya yapışmış. Midye neye uğradığını anlayamamış. Acıyla kıvranmış. O taştan kurtulmak istemiş, ağzını açmış, kaslarını germiş, ama tüm çabaları boşunaymış. Taşın artan ağırlığını hissettikçe, ondan kurulamadığını anlıyormuş.

Tutsaklar gibi sürdürdüğü yaşama bir de göğsünün tam ortasına yerleşen kara bir taşın ağırlığı eklenince, midyenin gözü kararmış, yaşam çekilmez olmuş. Olanak buldukça ağzını açıp göğsüne yapışan kara taştan kurtulmak istemiş. Dalgalardan, çevresinde dolanan balıklardan, yosunların arasında gezinen diğer kabuklu deniz hayvanlarından yardım beklemiş. Umutları hep boşa çıkmış. Beklediği yardım hiç gelmemiş...

Karamsarlık midyenin tüm benliğini kaplamış. Karanlıkta akıttığı göz yaşları, deniz suyuyla sertleşirken salt kabuğuna bulaşmıyor, taşın çevresini de sarıyormuş. Küçük çakıl taşı çevresini saran kara sıvının katılaşmasıyla büyümeye başlamış. Midye iyice huzursuz olmuş. Taştan kurtulamamaktan daha kötüsü: Taşın büyümesiymiş. Midye: "Taş beyaz olsaydı neyse. Bedenimle sarar başkalarından saklardım. Ama, bu utanç karasını bembeyaz kabuğun içinde gizlemem olanaksız" diye dertleniyormuş. Taş büyüdükçe "Herkes görecek" korkusuyla ağzını açmamaya çalışıyormuş. Çünkü, göğsünde büyüyen kapkara bir taşla yaşamak onu çok utandırıyormuş. Çevresinde yüzen balıkları görünce ağzını sımsıkı kapıyormuş. Çevresine bakınıp, yüzen canlı olmadığını anlayınca, ancak o zaman ağzını korkuyla aralıyormuş. Eskisi gibi kayalara tutunup ağzını denizin akıntısına açmak, kabuğun içindeki sedefin yansıyan parıltısını kullanarak balıkların dikkatini çekmeye çalışmak onun için artık bir düşmüş. Midye tüm neşesini yitirip kedere gömülmüş...

Bir gün, ağzını hafifçe aralamış denizin akıntısını solurken, yanına yaklaşıp aralıktan içeriye bakmaya çalışan balığı görünce, çok utanıp hemen ağzını kapatmış. Balık midyenin çevresinde kıvrılarak dolanıp yine karşısına dikilmiş. Yüzgeçlerini açıp kapayarak:

- Niye kapattın ağzını?
- Sen niye öyle dikkatle bana bakıyordun?
- Çok değişik bir şey görür gibi oldum.
- Bende öyle bir şey yok.
- Yanılmıyorsam var.
- Sence ne olabilir?
- Sanırım çok değerli bir şey.
- Ben bir midyeyim. Midyede değerli hiç bir şey olmaz.
- Hayır olur. Sen farkında değilsin.
- Neyin farkında değilim?
- İncinin. Bence sende inci var.
- İnci nedir?
- Midyelerde olur. Çok değerli bir taştır. İyi göremedim. Ağzını tam açmamıştın. İçerisi de karanlıktı. Sanırım senin incinin rengi de siyah.
- Kapkara bir taş işte.
- Çok değerlidir. Biraz ağzını açsan da görsem. Büyük mü acaba?

Midye biraz utanarak, biraz da çekinerek yavaşça ağzını aralamış. Balık uzanmış, aralıktan içeriye bakmış. Balık, çok iyi görememiş. Kabuğun içindeki sedefin yansıttığı aydınlıktan midyenin göğsünde kocaman bir karaltı olduğunu anlamış.

- Ağzını biraz daha açsana. İyi göremiyorum.

Midye, çekinerek ağzını biraz daha aralamış. O zaman balık çığlık atarak:

- İnanılmayacak kadar büyük!

demiş ve çevresinde dönüp durmuş. Balık, heyecanı yatışınca, midyenin önünde durmuş. Söze ilk midye başlamış:

- Demiştim. Kapkara bir taş işte.
- Bunca deniz gezdim. Bunca inci gördüm. Ama, bu kadar büyük ve parlak olan siyah inci görmedim.
- Doğru mu söylüyorsun?
- İnan bana doğru söylüyorum. Bu çok güzel bir inci. Hem de çok değerli...

Sevinçten midyenin kabuğundaki sedef daha çok parlamış. Midye, kendisine huzursuzluk veren, utanç duyduğu kara taşın gerçekte çok değerli bir inci olduğunu öğrenince şaşırmış. Midye nereden bilsin? Böyle bir taş çevresindeki diğer midyelerde de yokmuş. Daha önce inci görmediği için değerini bilemezmiş. Utanarak balığa teşekkür etmiş. Balık, siyah inciye bir süre daha bakmış. Sonra:

- Gözlerimi alamıyorum. Çok güzel. Senin güzelliğini yansıtıyor olmalı. Şimdi gitmem gerek. Sonra yine gelirim.

demiş ve midyenin yanından yüzerek uzaklaşmış. Balık gözden kaybolunca, midye hemen ağzını kapatmış. Çevresindekilere göğsünde beslediği siyah inciyi göstermek niyetinde değilmiş. "Anlamazlar ne olduğunu" diye düşünmüş. Birden bire içini korku kaplamış. "İşte bu çok kötü. Kara taşın değerini bilmezken, yalnız huzursuz oluyor, onu gizlemeye çalışıyordum. Ama, yine de yaşam güzeldi. Şimdi bir korku girdi içime. Siyah inciyi elimden almalarından korkuyorum. Sonra balık gelip siyah inciyi görmek isterse, ona gösterememekten korkuyorum" demiş kendi kendine.

Balık yokken, midye göğsündeki kara taşı özenle korumuş. Onu herşeyden, herkesten sakınmış.

Balık gelip de siyah inciyi görmek istediğinde, midye kabuğunu açıp, tüm güzelliğiyle parıldayan siyah inciyi ona göstermiş. İncinin kocaman olması kendisini pek mutlu etmiyormuş ama, balığın dolu dolu gözlerle inciye bakmasından hoşlanıyormuş. Balık bir keresinde:

- Bu güzelliği sonsuza değin izleyebilirim.

dediğinde, midye mutluluktan göz taşlarını tutamamış. Midye sonsuza değin siyah inciyi nasıl koruyacağını bilmediğinden, balığın ona sonsuza değin bakamıyacağını düşünmüş. Midye, sonsuza değin yaşamıyacağı için, bir gün yaşamının biteceğini ve incinin de kendisiyle yok olacağını anlayıp: "Bu inciyi sonsuza değin koruyabilmeliyim" demiş.

Sıradan günlerden birinde, herşey sıradan sürüp giderken, birden olağan üstü bir olay olmuş. Bir dalgıç kayaların arasında yüzüyormuş. Midye onu görünce "Dalgıç inciden anlar. Beni yakalayınca inciyi korur. Benim yaşamım biter ama inci ölümsüzleşebilir." diyerek hemen ağzını açmış. Kabuğun içindeki parlak sedef dalgıcın gözünü almış. Dalgıç, midyeye doğru bakınca, göğsündeki inciyi görmüş. Bunu sezen midye, kabuğunu sıkıca kapatmış. Dalgıç hemen çelik bıçağını çıkarıp, midyeyi kayalardan koparmış. Onu belinde asılı duran torbanın dibine bıraktıktan sonra, "Belki başka midyelerde de inci vardır" diyerek, çevredeki tüm midyeleri bıçağıyla söküp torbasına doldurmuş.

Bu arada siyah inciye bakmak için kayalara gelen balık, dalgıçı görüp, midyeyi yerinde bulamayınca fazla oyalanmamış. Oradan uzaklaşırken:

- Çok güzel bir inciydi. Sanırım bu kadar güzelini bir daha göremem.

demiş.

Hemen kıyıya çıkan dalgıç, torbasındaki midyeleri kuma boşaltmış. Bıçağıyla tüm midyeleri açmaya başlamış. Aradığı inciyi bulamayınca, midye kabuklarını kumun üzerine savurmaya başlamış. Kuşlar ağaçlardan uçup gelmişler. Dalgıçın attığı midye kabuklarının içini yiyerek karınlarını doyurmuşlar. Dalgıçın çevresi cıvıldaşan kuşlarla dolmuş. O hiç birine aldırmadan midye kabuklarını ikiye bölüyor, içinden inci çıkmadığını görünce kabukları kuma fırlatıyormuş. Kabuk kuma düşünce, çevresindeki kuşlar hemen kauğun üzerine üşüşüyor, içindeki yemeğe başlıyormuş... Kumsal, birden sedef kaplı midye kabuklarıyla dolmuş.

Sonunda midyenin birini ikiye bölünce, ortasındaki siyah inciyi görüp duralamış. Dalgıç, elleri titrerken siyah inciyi midyeden ayırmış. Parmaklarının ucunda güneşe uzatıp bakmış. "Hiç bu kadar güzelini görmemiştim" diyebilmiş. Telaşlanmadan parmakları ucunda tuttuğu inciyi küçük bir keseye koyup, eşyalarını toplamış. Yolda hep siyah inciyi düşünüyor: "Bu çok özel inciye bir ad vermeli" diye söyleniyormuş.

Evden içeriye girdiğinde karısı ev işleriyle uğraşıyor, iki yaşındaki kızı da yerde, bebeğiyle oynuyormuş. Karısının elinden tutup masa başına götürmüş. Dalgıç, gözlerinin içi gülerken, kesenin ağzını açıp, içindeki inciyi karısının avcuna yuvarlamış. Karısı hayretle avcunun içindeki siyah incinin büyülü güzelliğine bakıyormuş. Dalgıç:

- Ben bu değerli inciye bir ad vermek istiyorum. Ona "Siyah Ofre" diyelim mi?.

dediğinde karısı, inciden gözlerini ayırmadan:

- Güzel bir ad.

diye mırıldanmış.

Karı koca çok düşünmüşler. Satıldığında yaşamlarını değiştirecek kadar çok paraları olabilecekken, Siyah Ofre'den ayrılmak istememişler. Onu küçük kızları için yaptırdıkları bir kolyenin tam ortasına yerleştirmişler. Küçük kız büyüyünce babası, kolyeyi ona verirken:

- Siyah Orfe'yi denizden çıkarttığımda satmayıp senin için saklamıştım. Sen de zorda kalmayınca satma, çocuklarına kalsın.

demiş.

Midyenin bilmeden ürettiği bu değerli taş, uzun yıllar genç kızın boynunu süslemiş. Ondan çocuklarına, çocuklarından torunlarına geçerek ölümsüzleşmiş...

 

SAAT
 
 

 

-------DUYURULAR-------

selamün aleyküm siteme hoşgeldiniz yorumlarınızı bekliyorum ziyeretçi defterimde ve reklamlarıma tıklarmısınız en altta :)

-------DUYURULAR-------

HTMLKODLER


HABERLER
*
gazeteler
 
Yeni Sayfa 1
dost siteler
_ ___ ___ __ __ __ _
 

Dost Siteler

www.muciznuma.tr.gg

www.neyyire.blogcu.com

www.konusur.com

www.nazenince.blogcu.com

 
Bugün 59 ziyaretçi (68 klik) kişi burdaydı!
 Türkçe Program Seti  _ _ _ ___ ___ _

Otel Yorum

Tatil Turları

Ekonomik Tatil _ _ Yeni Sayfa 2

link değişim, seolu link, seo, toplist, link değişim,Ücretsiz Backlink Cool Text: Logo ve Grafik Üreteci Türkçe içerikli siteler rehberi website statistic MRP Tekstil Oto Yıkama makinesi
SüperTeklif'e üye ol, sen de kazan!
muciznuma
_ _

Google


Yukarı çık
__ Reklammatik'e üye ol, sen de kazan! _ http://secure.reklammatik.com/member_main.php?page=new_member_link&refererid=9a208b28a38196f3cae925bdfb034d0e __ SüperTeklif'e üye ol, sen de kazan! http://www.superteklif.com/SuperUye/SuperUyeFormu.aspx?bid=45eac0ff-c4e7-403f-9875-c8d746636495 Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol